Köpekler, çevrelerine yakın yerlere, ihtiyaçları olacak yiyecekleri gömerek, besinlerini depolarlar. Bu, insanlar tarafından istifçilik veya besin depolama olarak adlandırılır. Ev hayvanları arasında sadece köpekler, kemiklerini gömmeye eğilimi olan hayvanlardır. Vahşi hayatta yaşayan kurtlar, yakaladıkları küçük avları, daha sonra kullanmak üzere gömerler.


 Evcil köpekler ise kemiklerini gömdükten sonra onunla ilgilenmez, yani daha sonra çıkarıp, kullanmaz ve unuturlar. Evde yaşayan köpekler de gıdalarını koltuk araları, halı veya elbiselerin altına vs. saklar ve koku yardımıyla tesadüfen bulmazlarsa, unuturlar. Demek oluyor ki , evcil köpekler gömme işlemini besin ihtiyaçlarını garanti altına almak için yapmamaktadırlar. Bu, tamamen vahşi hayattan kalma bir içgüdüdür.



 Bilindiği gibi 'ring' kelimesi , İngilizce'de daire, halka anlamındadır. Parmağa takılan yüzüğe bile bu nedenle 'ring' denilir. 

  Aslında geçmişte profesyonel boksta, boksörler grup halinde kasabadan kasabaya dolaşır, oradaki yerli boksörlerle maç yaparlardı.


  Boks yapılacak alana seyirciler daire şeklinde yerleştirilir, en önde oturanlara alanı çevreleyen ip tutturularak, başkalarının boks yapılacak yere girmeleri önerilirdi. Ayrıca sahnedeki boksöre meydan okuyan biri kafasını bu ipe çarparak dövüşmek istediğini belirtirdi.

  Seyirci miktarı artınca bu usulü uygulamak zorlaştı. Yere dikilen kazıklara ip bağlanarak boks yeri belirlenmeye başlandı. Tabii ki bu iş için en uygun şekil kareydi.

  Boks yapılan yerlerin dünyanın her yanında kare olmasına rağmen 'ring' diye adlandırılmasının hikâyesi işte bu !


 Ay sadece gece görülebilir diye bir şey yok. Gündüzleri de periyoduna bağlı olarak ay da tepemizde, bütün yıldızlarda . Ama güneşin atmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize mani oluyor. Atmosferimiz olmasaydı, gökyüzü gündüzleri de karanlık olacak, güneşle birlikte yıldızları da görebilecektik.


  Ay dünyamıza çok yakın olduğundan, gökyüzünde görüntü olarak yıldızlardan çok büyük görünür. Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse, gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görünebilir. Ayın yüzeyi bir asfalt yol yüzeyi gibi yansıtıcıdır. Koyu renktedir. ama tam siyahta değildir. Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz. Güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızlardan bin kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.

  Gündüz havanın aydınlığı yıldızların parıltısını yok eder. Aslında parlak yıldızların olduğu bölgede gökyüzünün parlaklığı da biraz farklıdır ama bu farkı pek algılayamayız. Ama ayın olduğu bölgede ışık yeterli ise geceki gibi çok parlak olmasa da onu görebiliriz. Hatta hava şartlarının olumlu olduğu durumlarda hava aydınlıkken Venüs gezegenini bile görebiliriz.


  Güneşi büyük bir ampül, ayı da büyük bir ayna olarak düşünebiliriz. Bazı durumlarda ampülün ışığını doğrudan görmesek bile, aynanın yansıttığı ışığını görebiliriz. Bu , geceleri olan durumdur. Güneşi göremeyiz ; çünkü dünyamız ondan gelen ışığı bloke etmiştir. Ayı, yani aynadan yansıyan ışığını görebiliriz. Ampülü de, aynayı da birlikte gördüğümüz durum ise aynı gündüz görünme durumudur.

 Genellikle ' ayın karanlık yüzü' diye kullanılan deyiş şekli yanlıştır. Doğrusunun ' ayın arka yüzü ' olması gerekir. Ayın dünyamız etrafındaki dönüş süresi ile kendi etrafındaki dönüş süresi hemen hemen aynı olduğundan, biz ayın hep bir yüzünü görürüz ama ay, dünya ile güneş arasındayken bize bakan yüzü karanlık, güneşe bakan arka yüzü aydınlıktır. 


  Gözyaşının göz kapakları arasında uzun süre kalarak kuruması nedeniyle çapaklanma olabilir. Genellikle uykudan uyandığımız ilk zamanlarda olan bu durum normaldir. Ancak çapaklanma gün içerisinde de rahatsız edici şekilde devan ediyorsa, mutlaka bir göz hekimine müracaat etmek gerekir.


 

İletişim kurmak için. Arılar hareketleri ve 'dansları' gibi, vızıltılarını da bilgiyi iletmek için kullanırlar. Arılarla ilgili on farklı ses tanımlanmış ve bazıları belirli faaliyetlerle ilişkilendirilmiştir.

  Bu kullanımlardan en belirgini, kovanı soğutmak için yapılan ' yelpazelemedir ' . Saniyede 250 vuruşla uzun ve durağandır, kovanın kendisi bu sesi daha da güçlendirir. Arılar ayrıca tehlikeyi haber vermek için daha yüksek sesle vızıldarlar(bir kovana yaklaşırsanız, ses tonundaki değişimi fark edersiniz.); 'tehlike geçti' işaretini verip, kovanı yatıştırana kadar saniyede 500 vuruşluk bir dizi gerçekleştirirler.



  Son zamanlara kadar başlıca teori, yanlarında bulunan 14 ('solunum deliği' denen) nefes alma deliğini (aynen bir trompetçinin enstrümanının sesini dudaklarıyla kontrol etmesi gibi) ses çıkarmak için kullandıklarıydı.

 California Üniversitesi'ndeki böcekbilimciler bu delikleri dikkatlice kapatarak, bu teorinin yanlış olduğunu ispatladı. Delikler kapatıldıktan sonra da arılar hâlâ vızıldıyordu.

 En son hipotez ise vızıldamanın kısmen kanatlardaki titreşimden kaynaklandığı ve göğsün bu sesi biraz güçlendirdiği yönünde. Bir arının kanadını koparmak sesin şiddeti ve yoğunluğunu değiştirse de vızıldamasını durdurmaz. 


    



  Hindistan dünyada en çok büyükbaş hayvana sahip ülkedir ama bu kaynaktan yararlanılamamaktadır. Hinduculuğun başlangıcından beri inek Hindistan'da en kutsal hayvan olarak görülür. İstemeyerek de olsa ineğin öldürülmesi büyük bir günah sayılır.

      Hindistan'da sokaklarda sıcaktan bunalmış, iyice hantallaşmış, bir deri bir kemik kalmış ineklere rastlanması gayet doğaldır. İnekler cadde ve sokaklarda diledikleri gibi dolaşır, yaya kaldırımları üzerinde güneşlenir,tapınaklara girer, pazar yerlerini pislerler ; kimse onlara ilişemez, hatta saygıyla selamlarlar.

    Toplumun bir kesimi açlık sınırındayken, ineklere gösterilen bu ayrıcalık dışarıdan gelenlere anlamsız gelebilir ama bunun ardında sadece dinsel inançlar değil, hayati gıda maddelerini koruma içgüdüsü de vardır.

   İneğin önemi, beş ürünü, yani süt, peynir, tereyağı, dışkı ve idrarını insanlığın yararına sunmasıydı. Dışkı tezek gibi yakacak olarak, idrar ise tedavi amaçlı kullanılıyordu. Bu mükemmel hayvanı kesip, bir kerede etini yemektense, ürünlerinden daha uzun sürede ve pek çok insan tarafından faydalanılabilirdi. İneği temsil eden bir Tanrı da olmadığından, ineğin bizzat kendisine saygı gösteriliyordu. İneği kesmek Tanrı'yı öldürmekle eşitti.

  Bugünkü Hindistan nüfusunun çoğunluğu Hindu'dur. Hinduculuk belirli bir kurucusu olmayan, 'Veda' isimli ilaheler ve şiirleri esas alan, çeşitli ırktan ve kültürlerden insanların dinsel inanç ve uygulamalarını içinde eriten, çok tanrılı, karmaşık ama sürekliliği olan bir dindir.

  Başlangıcı milattan önce 1500 yıllarına kadar uzanan Hindu dininde birçok Tanrı'ya tapılır ama en üstteki ilahi güç 'Bragman'dır. Brahman'a ulaşmak çok zor, ancak rahiplerin yapabilecekleri bir iş olduğundan, sıradan insanların tapabilecekleri ikincil Tanrılar da vardır.

Bütün canlıların ruhları olduğuna inanan Hindular, ölümden sonra tekrar dünyaya gelineceğine, bir önceki hayatını uygunsuz biçimde geçiren bir ruhun, hayvan vücudu içinde yeniden doğabileceğine inanırlar. Birçoğu bu nedenle sadece bitkisel besinlerle beslenirler. Bütün hayvanlara büyük saygı gösterirler.

  Tarih boyunca, gerek 'kast' denilen keskin sınıfsal yapısı içinde, gerekse geniş alana yayılmış nüfus içinde ineklere davranış biçimi çeşitli farklılıklar göstermiştir. Bir aralar inekler Tanrılara kurban bile edilmişlerdir. Ancak Hint yarımadasında doğup, bütün Asya'ya yayılmasına rağmen, Hindistan'da pek gelişemeyen Budacılığın etkisiyle hayvanları kurban etmenin vahşice olduğu fikri önem kazanmıştır. Tüm hayvanların öldürülmesi bu sefer yasaklanmıştır !

 Bu zamanlarda tüm canlılara gösterilen saygı o hale gelmiştir ki ; meyve kurtlan bile meyveler yenilmeden önce çıkarılıp, azat edilir olmuşlardı. Tüm bölgeye yayılmış olan bu vejetaryenlik sonraları yine gevşedi, keçi ve balık yenilmeye başlandı ama inek ayrıcalıklı yerini her zaman korudu.

 1857'de bölgedeki İngilizler tüfeklerinin namlularını bir yağ ile siliyorlardı. Buna Hindulardan büyük tepki geldi. Kullanılan yağın ineklerden elde edildiğini sanıyorlardı. İngilizler bunun domuz yağı olduğunu açıklayınca, tepki bu sefer de Müslümanlardan geldi. İki toplum ilk defa birlikte aynı şeye tepki göstermişlerdi.







Gerinmede, gevşemek için kollar yukarı kaldırılır, baş ve gövde arka tarafa doğru eğilir, bacaklar gergin hale getirilir, aynı vakit üst üste doğru esnek olur. Gerinme özellikle uykudan kalktığımız zaman, bazen de sinirler yorulduğunda gözlemlenir . 'Gerim gerim gerinmek' rahatlık, mutluluk ve övünç duymak anlamında bir deyim vardır.
Kaslarımız ' aktin' ve 'miyosin' adı verilen kimyasal moleküllerden oluşmuş, iç içe geçmiş protein liflerinden oluşurlar. Hareket durumunda bir kas bu iki molekül arasındaki bağların hep birlikte çalışmaları ile güç üretilir.


Çalışmayan, dinlenme halindeki kaslarda ise bu bağlar tamamen kapatılmış değillerdir. Kaslarda hareket olmamasına karşın bu bağlar az bir miktarda da olsa kaslarda gerilim ve sertlik yaratırlar.

Bu gerilim ve sertlik birden ortaya çıkmaz fakat dakikalar içinde gelişir ve maksimum hedefe ulaşır. Bu sebeble uzun zaman hareketsiz durduğumuzda vücudumuzda bir katılık, sertlik hissederiz. Atletler yarışa başlamadan bir vakit önce çeşitli hareketler yaparak kaslarındaki sertliği gidermeye çalışırlar.

Bu olay tıb biliminde ilk olarak 1929 yılında Derrick Denny Brown tarafından incelenmiş ve 'hareketsizlik katılığı' adı verilmiştir. Daha sonra 'thixotrapy' adı verilen bu sertleşmede kasların harekete geçme kabiliyeti, hareketsiz kalma süresi uzadıkça azalmaktadır. Gerinme işte burada devreye girer.

Gerinince kaslardaki katılık ve onun yarattığı gerilim geçici olarak azalır ve insana hoş ve güzel bir duygu verir. Vücuda yapılan masaj ve diğer fizyoterapi uygulamalarında vücudun gevşemesi ve rahatlık duyulması da bu mekanizma dolayısıyladır.





Köpekbalıkları ömürleri boyunca yüzmek zorundadırlar, çünkü dururlarsa batarlar..