Bugün yaygın olarak kullandığımız kablosuz bağlantı aracı WiFi bilindiği gibi interneti iletmek için radyo dalgalarını kullanıyor. Ancak taşıyıcı olarak ışığı kullanan LiFi enerjisi ilk olarak 2011 yılında Edinburgh Üniversitesi araştırmacı tarafından bulunmuş ve 2012 yılında Tüketici Elektroniği Fuarı'nda gösterilmişti.
Henüz çok yeni olan LiFi (Light Fidelty) teknolojisinin kilometre taşlarından birine ise Oxford Üniversitesi Araştırmacıları imza attı. Araştırmacılar LED üzerinden yayılan ışık ile 224Gbps hıza ulaşmayı başardı. Hızın ulaştığı noktayı açıklamak gerekirse 1.5 GB boyutundaki 18 filmin aynı anda 1 saniyelik sürede indirilebildiğini söylemek yeterli olabilir.
Wifi'ye alternatif olarak geliştirilen teknoloji henüz yaygın olarak kullanılmaktan uzak ancak geliştirmeler devam ediyor ve böyle giderse gelecekte ışıklardan yayılan internet bağlantıları ile sanal dünyaya erişeceğiz gibi gözüküyor. LiFi teknolojisinde internetin sağlandığı alan ışık dolayısıyla görülebilirken cihaz ile ışık kaynağı arasına herhangi bir cismin girmesi ise bağlantının kopmasına sebep oluyor. Ancak WiFi'ye göre daha az enerji tüketen yeni teknoloji ayrıca ışığın ulaştığı alanların gözle görülebilmesi ile bir nevi güvenliği de arttırmış oluyor. Ulaşılan hızın 3 metre uzaklıkta 6 kaynaktan (LED) her biri 37.4 Gb/s şeklinde alınarak toplam hızın 224 Gb/saniyeye ulaştığını belirtmekte fayda var.
Aydınlatma ve data transferini aynı anda yapabilen aydınlatmaların gelecekte enerji tüketimi ve verimlilik açısından dünya üzerinde yaygın olarak kullanılması bekleniyor, ancak şu an için teknolojinin katetmesi gereken daha yol var gibi gözüküyor.
Wifi'ye alternatif olarak geliştirilen teknoloji henüz yaygın olarak kullanılmaktan uzak ancak geliştirmeler devam ediyor ve böyle giderse gelecekte ışıklardan yayılan internet bağlantıları ile sanal dünyaya erişeceğiz gibi gözüküyor. LiFi teknolojisinde internetin sağlandığı alan ışık dolayısıyla görülebilirken cihaz ile ışık kaynağı arasına herhangi bir cismin girmesi ise bağlantının kopmasına sebep oluyor. Ancak WiFi'ye göre daha az enerji tüketen yeni teknoloji ayrıca ışığın ulaştığı alanların gözle görülebilmesi ile bir nevi güvenliği de arttırmış oluyor. Ulaşılan hızın 3 metre uzaklıkta 6 kaynaktan (LED) her biri 37.4 Gb/s şeklinde alınarak toplam hızın 224 Gb/saniyeye ulaştığını belirtmekte fayda var.
Aydınlatma ve data transferini aynı anda yapabilen aydınlatmaların gelecekte enerji tüketimi ve verimlilik açısından dünya üzerinde yaygın olarak kullanılması bekleniyor, ancak şu an için teknolojinin katetmesi gereken daha yol var gibi gözüküyor.
Emekli bir mühendis keman çalabilen robot geliştirdi
Keman çalmanın ne kadar zor olduğu bilinir, zaten genelde bu güzel enstrümanı kullananların bir çoğu da çalmaya çocukluktan başlayanlardır. Ancak teknoloji dünyasının geldiği noktada aynı şey robotlar için geçerli değil.
Emekli mühendis Seth Goldstein'in geliştirdiği düzeneği gösterdi. Ro-Bow adını verdiği bu robot elektromanyetik parmakları sayesinde keman çalabiliyor. Keman notalarını elektronik müzik dosyalarından okuyan Ro-Bow şimdilik çok harika bir müzikal performans göstermese de keman çalma konusunda bir çoğumuza göre başarılı sayılır. Ancak bu haliyle de yavaş ve duygusal notaları çalabilecek. Ayrıca emekli mühendis geliştirdiği bu robotla bu tarz gelişmeleri yapabilmek için milyar dolarlık şirketlere sahip olmadığını da gösteriyor.
Yağmurlu günlerde en çok aradığımız araçlardan şemsiyeler, sürekli olarak kullanılmadığından olsa gerek özellikle toplu taşıma sistemlerinde en çok unutulan objeler arasında yer alıyor. Bu soruna çözüm için geliştirilen Bluetooth destekli şemsiye modeli Davek Alert Umbrella, hayata geçebilmek adına Kickstarter üzerinde destek arıyor.
Site üzerinde Dave Kahng tarafından başlatılan "Davek Alert Umbrella" şemsiye modeli, bünyesinde yer alan Bluetooth LE teknolojisi sayesinde Android ile iOS cihazlarla (Ücretsiz uygulama) bağlantı kuruyor ve yakınlık ölçümü üzerinden geride unutulduğunda bildirim vererek kullanıcısını uyarabiliyor. Dahili bataryası kullanıma bağlı olarak 1 yıl dayanabilen ürün, uygulamasında yer alan hava durumu bölümüyle de kendine olan ihtiyaç hakkında bilgi sağlayabiliyor. Gövdesi uçaklarda kullanılan alüminyum ve esnek cam elyafından imal edilen Davek Alert Umbrella, bu sayede de rüzgarlı havalarda dahi etkili bir şekilde kullanılabiliyor.
Site üzerinde 50,000$ bağış ile yola çıkan Davek Alert Umbrella, yapılacak en az 79$ fiyat etiketiyle 2015 Eylül ayında elde edilebiliyor. Açıklayıcı tanıtım videosunu aşağıda izleyebilirsiniz.
Site üzerinde 50,000$ bağış ile yola çıkan Davek Alert Umbrella, yapılacak en az 79$ fiyat etiketiyle 2015 Eylül ayında elde edilebiliyor. Açıklayıcı tanıtım videosunu aşağıda izleyebilirsiniz.
Brezilya’da insanlıktan habersiz yaşayan bu kabile bu güne kadar bizden birini daha önce hiç görmedi. Bizden birinin sesini hiç duymadı. Oysa ki onlar da bizim gibi nefes alıyor, düşünüyor ve yaşıyorlar. Ama arabaları, uçakları, telefonları, internetleri yok. Üstelik bu kabile tek de değil, Dünya çapında bu şekilde insanlıktan habersiz yaşayan yaklaşık 500 farklı kabilenin olduğu ve modern dünyanın bu kabileler ile henüz hiç irtibata geçmediği düşünülüyor.
İngiltere’de bulunan Survival International adlı sivil toplum kuruluşuna bağlı bir ekip,Brezilya’nın Peru sınırında bulunan Acre eyaletinde bu sıradışı görüntülere tanıklık etti. Daha önce kendi kabileleri dışında hiç kimseyle iletişim kurmamış ve modern insanla hiç karşılaşmamış yerlileri araştıran ekipGoogle Earth verilerini kullanarak bu kabilelerin yaşadıkları alanı, birey sayısını, sağlık durumlarını tespit etmeye çalışıyor.
Fotoğrafta görülen kabile, sayıları 40 kişiyi geçmeyen oldukça ufak bir kabile !Araştırmacılar, uzaktan görüntüleme tekniklerini kullanarak bu insanların göç patikalarını, hareketlerini, davranış ve yaşamlarını da gözlemliyorlar. Araştırmacıların başlıca amaçları ise, bu gibikabilelerin modern dünyadan izole olmalarınısağlamak. Bu yüzden ekip kabilelerin yerlerinitam olarak tespit ederek, yağmur ormanlarındaki kaçak ağaç kesimi ve yasadışı madencilik yapan kötü niyetli insanların kabileleri rahatsız etmesini önlemeye de yardımcı oluyor.
Yetkililer, bölgede çok sayıda benzer kabile bulunduğunu ancak bu grupların bölgede faaliyet gösteren kereste kaçakçıları tarafından yerlerinden edildiğini, çoğu zaman da öldürüldüğünü ifade ediyorlar.
Bu konuda Brezilya ve Peru hükümetleri de,Amazon ormanlarında doğal dengenin bozulmaması ve yerli kabilelerin korunmasıiçin uzun zamandır mücadele ediyor. Uzmanlar, bölgede varlığı henüz tespit edilmeyen yüzlerce benzer kabilebulunduğunu da düşünüyorlar.
Uzay, Dünya ve diğer gökcisimleri arasında yer alan sonsuz boşluğa verilen isimdir. Uzayın ortalama sıcaklığı yaklaşık olarak -270 derecedir. Uzay'da bizim algıladığımız gibi bir zaman kavramı yoktur. Zaman insanların algılarıyla yarattığı ve yaşamlarını kolaylaştıran bir kavramdır.
Uzayla ilgili birçok teori, araştırma ve teknolojik gelişmeye rağmen bu sonsuz boşluğun tam sınırları bilinememektedir. Uzayda milyonlarca gök cismi ve yıldız sistemi olduğu tahmin edilmektedir.
Albert Einstein'a göre uzay; elastike bir dokuya sahiptir ve cisimlerin elastik yapıyı bükmelerinden ötürü yerçekimi vardır ve zaman kavramı yoktur. 2009 yılında ortaya atılan bir teoride ise, evren aslında sanılandan daha küçüktür ve daha az gökcismini içerir. Görünen milyonlarca gökcismi sadece birbirlerinin farklı zamanlarda görünen şeklidir. Bu teori son yıllarda uzayın nasıl bir yer olduğu ile ilgili ilginç tartışmaları birbirinde getirmiştir.
İnsanlık gelişimiyle birlikte uzayı hep daha çok merak etmiş ve bir şekilde kendini uzaya çıkaracak hamleler yapmak istemiştir. Bu bağlamda insanoğlu özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra SSBC ve Amerika'nın uzay teknolojisindeki çekişmesine şahıt olmuştur. Bu çekişme şüphesiz insanlık için faydalı olmuştur. Günümüzde gelişmiş devletler, devasa teleskoplar kurarak ve uzaya son teknoloji uydular göndererek uzayın daha derinlerine gitmeyi amaçlıyor ve uzayın sınırlarına ulaşmayı hedefliyor.
Ayrıca insanoğlunun uzayı merakı "astronomi" gibi bir bilimin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Uzayla ilgili birçok teori, araştırma ve teknolojik gelişmeye rağmen bu sonsuz boşluğun tam sınırları bilinememektedir. Uzayda milyonlarca gök cismi ve yıldız sistemi olduğu tahmin edilmektedir.
Albert Einstein'a göre uzay; elastike bir dokuya sahiptir ve cisimlerin elastik yapıyı bükmelerinden ötürü yerçekimi vardır ve zaman kavramı yoktur. 2009 yılında ortaya atılan bir teoride ise, evren aslında sanılandan daha küçüktür ve daha az gökcismini içerir. Görünen milyonlarca gökcismi sadece birbirlerinin farklı zamanlarda görünen şeklidir. Bu teori son yıllarda uzayın nasıl bir yer olduğu ile ilgili ilginç tartışmaları birbirinde getirmiştir.
İnsanlık gelişimiyle birlikte uzayı hep daha çok merak etmiş ve bir şekilde kendini uzaya çıkaracak hamleler yapmak istemiştir. Bu bağlamda insanoğlu özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra SSBC ve Amerika'nın uzay teknolojisindeki çekişmesine şahıt olmuştur. Bu çekişme şüphesiz insanlık için faydalı olmuştur. Günümüzde gelişmiş devletler, devasa teleskoplar kurarak ve uzaya son teknoloji uydular göndererek uzayın daha derinlerine gitmeyi amaçlıyor ve uzayın sınırlarına ulaşmayı hedefliyor.
Ayrıca insanoğlunun uzayı merakı "astronomi" gibi bir bilimin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
"Ateş topu" Güneş, 2010 yılından bu yana NASA'nın uzay aracı Solar Dynamics Observatory (SDO) tarafından saniye saniye izleniyor. En yüksek çözünürlükte televizyondan 10 kat daha net görüntü kaydeden SDO, bu görüntüleri Dünya ile paylaşıyor. Yüzey sıcaklığı yaklaşık 6 bin derece olan Güneş'in Dünya'dan 30 kat daha büyük alanı kaplayan koronal hareketleri de kaydedilen görüntüler arasında. 5 yıllık bu izleme sürecinden sonra NASA görüntüleri bir kliple yayınladı. SDO bu süre içerisinde yaklaşık 200 milyon fotoğraf çekmeyi başardı. Görüntüler harika..
Bazı insanlar doğuştan hazırcevaptır. Olayları hızlı algılayıp, zihninde çok çabuk yorumlayarak en kurnaz biçimde yanıtlayan insanlar genellikle zekâsını üst düzeyde kullanırlar. Çünkü hızlı cevap verebilmek, her şeyden önce hızlı düşünmeyigerektirmektedir.
Herhangi bir olay karşısında, o olayı en anlamlı ifadeyle sonuçlandıracak bir yanıt bulmak; yolda yürürken iki bilinmeyenli bir denklemi çözmek kadar zekâ ürünü olmalıdır. Çünkü olayları çok yönlü düşünüp, karşınızdaki insanın düşüncelerini de dikkate alarak hakarete ve şiddete başvurmadan, en ince anlamlarla iğneleyici sözler üretmek bilişsel bir fırtınanın ürünüdür.
Aşağıda, içlerinde yakından tanıdığınız bazı insanların’da cevaplarının bulunduğu, bir takım olaylar karşısında zekice verilmiş hazır cevapları bulabilirsiniz.
NAPOLYON BONAPART
Vaktiyle Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon Bonapart‘ı bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek: ‘Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zaptetmeliydiniz’ gibi fikirler yürütmeye başlayınca Napolyon: ‘Evet, onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım!’
MİCHAEL DE BAKEY
Dünyanın en ünlü kalp doktoru; Michael De Bakey’ in arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve Dr.Michael De Bakey’ e dönerek;
‘Size birşey soracağım neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım,kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım. Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum?’ diye sormuş. Bunun üzerine Dr. Bakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş; ‘Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene!’
DİYOJEN
Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa; ‘Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem’ der. Bu sözün üzerine Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin bir şekilde; ‘Ben çekilirim.’ der.
GALİLE
Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile’ye hasımlarından biri; ‘Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?’ diye sormuş. Galile’de adama yanıt olarak; ‘Doğru, benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?’ demiş.
MEHMET AKİF
Bir toplantıda, bir genç Mehmet Akif’i küçük düşürmek ister ve; ‘Affedersiniz, siz veteriner misiniz?’ diye bir soru yöneltir. Mehmet Akifhiç istifini bozmadan ‘Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu ?’ şeklinde gence cevap verir.
YAVUZ SULTAN SELİM
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz Sultan Selim ona; ‘Sen sır saklamayı bilir misin?’ diye sormuş. Vezir; ‘Evet hünkarım, bilirim’ dediğinde, Yavuz Sultan Selim’de ona; ‘İyi, ben de bilirim.’ diyerek vezirine güzel bir mesaj vermiş.
CHURCHİLL
Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş. Bernard Shaw, bir oyununun ilk gecesine, Churchill’ i davet etmiş ve davetiyeye de bir not iliştirmiş; ‘Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa.’Churchill, hemen cevap göndermiş; ‘Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece de oynarsa!’
MEZAR
Amerikalı işadamı, Çinliyle alay ederek sormuş; ‘Mezarlarınıza koyduğunuz pirinçleri, ölüleriniz ne zaman yiyecek?’ Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş; ‘Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.’
YAMA
İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral bunları görünce dayanamayıp; ‘Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı?’ diye sorunca, İncili Çavuş; ‘Osmanlılar, adama göre adam gönderirler, Beni de size göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek efendim’ cevabını vermiş.
CENAP ŞAHABEDDİN
Cenap Şahabeddin’e; ‘Şu edepsize neden bir tokat vurmadın?’ dediklerinde şu cevabı vermiş; ‘Eldivenim yoktu, iğrendim.’
GANDİ
İngiltere Kralı George ile görüştüğü sırada, Gandi’nin üzerinde her zamanki gibi beyaz örtüsü vardır. Davetten çıkınca bir gazeteci sorar; ‘Kıyafetiniz, bir kralla buluşmak için yeterli miydi?’ Gandi, hiç aldırmadan cevap verir; ‘Kral, ikimize de yetecek kadar giyimliydi.’
EFLATUN
Bir gün Eflatun, talebelerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle azarlamış. Talebesi; ‘İyi ama ben çok az bir paraya oynuyordum’ diye itiraz edecek olunca Eflatun cevap vermiş; ‘Ben seni kaybettiğin para için değil, kaybettiğin zaman için azarlıyorum.’
MEŞHUR BİR FİLOZOFA
Meşhur bir filozofa; ‘Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?’ diye sorulduğunda ‘Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan’ demiş.
FİLOZOF
Bir filozofa sormuşlar; ‘Şansa inanır mısınız?’ Filozof; ‘Evet, yoksa sevmediğim insanların başarılarını neyle açıklayabilirdim.
WİNSTON CHURCHİLL
İngiliz devlet adamı Winston Churchill, Avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili, Churchill’e kızgın kızgın şöyle seslenir; ‘Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım.’ Churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır; ‘Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim.’
Günlerimiz çoğunlukla telaş içinde koşuşturmayla geçiyor. Özelliklebüyük şehirlerde yaşıyorsanız yapmanız gereken yığınla iş ve gitmeniz gereken birçok yer var. Büyük ihtimalle her şey son dakikaya kalıyor, her iş için bir acele, telaş içerisinde sürekli olarak koşuşturuyorsunuz. Belki de kendinize ayıracak vaktiniz yok denecek kadar az. Dinlenmeye, istirahata zaman bile bulamayan pek çok kişi arasında sizde yer alıyor olabilirmisiniz?
Açık havada geçirdiğiniz bir günü hatırlayın. Adeta zamanı unuttuğunuz bir günü. Çimenlere uzanmış, ağaçlara bakarak, güneş ışınlarının dalların arasından süzülüşünü ve yaprakların rüzgarla ışıldamasını seyrettiğiniz o günü düşünün. Eminim ki saatler sonradinlenmiş, sakin ama hala uyanık ve enerji dolu hislerle dolmuşuzdur.
Şimdi bu hisleri ne kadar sıklıkla yaşayabildiğinizi bir düşünün. Bunu düşünürken kendinize dürüst davranın.
GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUNUZ ?
Ortalama bir insan her gün yaşadığı 24 saatin aslında en fazla 18 saatini şuurlu olarak geçirir, geri kalan minimum 6 saatlik uykudabilinci tamamen kapalıdır. Bu açıdan bakınca, ortalama 60 senelik bir yaşamın en az ¼’ü, yani 15 senesi bilinçsiz olarak geçmektedir.
Bunun yanı sıra, yaşamın 5-10 yılı olan çocukluk döneminde de büyük oranda şuursuzluk hakimdir.
Her gün üç öğün yemek temin etme ve yeme günde 2 saatten, yine 60 senelik bir yaşamda 5 yılımızı alır.
Her gün kişisel bakım, temizlik, giyim, ev işleri günde 2 saatten, ortalama 60 senelik bir yaşamda toplam 5 yıl sürer.
Her gün trafikte geçen zamanda ortalama 2 saatten, 60 senelik bir yaşamda 5 yıl demektir.
Her gün iletişim ve haberleşme amacıyla geçirilen süre de yine 2 saatten 60 senelik bir yaşamda 5 yıl sürer.
Cumartesi-Pazar ve resmi tatil günleri, özel izinler hariç bir yılda 138 gün eder. Bu durumda bir yılda 227 iş günü kalır. Günde 8 saatten, 60 senelik bir yaşamda 12 yıl çalışarak geçmektedir.
Sonuç itibariyle; 60 senelik bir yaşamın :
15 yılı uykuda + 10 yılı çocuklukta + 5 yılı bakım yaparak + 5 yılı yemek yiyerek + 5 yılı trafikte + 5 yılı haberleşmede + 12 yılı da çalışarak geçmektedir. Yani toplam 57 yıl. Bu durumda geriye yaşamanız için sadece 3 yıl kalmaktadır.
Ortalama olarak 60 sene yaşayacağımızı kabul edersek, düşünmek, araştırmak, akıl etmek, yaşamak üzere kendimize ayıracak sadece ve sadece 3 yıl kalıyor.
Oysa ki insan olarak, telaş içinde koşturmaktan vazgeçip zamanın dostu olmalıyız. Tabiatın adımlarına uyum sağlamalıyız. Şimdi tekrar kendinize dürüst davranın ve bu sorunun cevabını yeniden düşünün; Gerçekten yaşıyor musunuz ?
Dünyanın en zeki insanı kim ? diye merak mı ediyorsunuz.. Eminiz hepimizin aklından ilk önce Albert Einstein, Charles Darwin ya daLeonardo Da Vinci gibi isimler geçiyordur. Ancak Dünyadaki gelmiş geçmiş en zeki insan bunlardan hiç biri değil ! Peki o zamanDünyanın en zeki insanı kim mi ? Sizi daha fazla merakta bırakmadan Dünyadaki en zeki insan ünvanına sahip ve aynı zamanda da Dünyanın en yüksek IQ’lu insanı ile tanıştıralım;
Amerikalı Marilyn vos Savant, Dünyadaki gelmiş geçmiş en zeki insan olarak Guinness Rekorlar Kitabı’nda yer alıyor. Savant’ın IQ’su ise, bugüne kadar ölçülen IQ’ların içerisinde en yüksek seviyede olanı.
228 IQ’su ile neredeyse Albert Einstein’ı, yanında ilkokul öğrencisi durumuna sokan Marilyn vos Savant, 11 Ağustos 1946 doğumlu ve mesleği ise yazarlık.
Bugüne kadar hesaplanan en yüksek IQ seviyesine sahip olan Amerikalı kadın bir süre Dünya çapında şöhretin tadını çıkardıktan sonra, artık zekasını insanlığa hizmet için kullanıyor. Şimdilerde New York’un ünlü Parade dergisinde “Ask Marilyn” köşesinde okuyucuların çözmekte zorlanarak kendisine gönderdiği soruları yanıtlayan Savant’ın hayatı orta okulda girdiği bir IQ testinde değişmiş.
10 yaşında ailesinin Missouri kentindeki bakkalında çalışmaya başlayan Savant, yine aynı yılda, okulda girdiği bir IQ testindekendisini öğretmenlerine fark ettirmiş. Savant’ın IQ testi sonucunun 228 çıktığını gören öğretmenler, başta bu sonuca inanmamışlar. Çünkü bu sonuca göre Savant’ın 10 yaşında ölçülen “beyin yaşı” aslında 23 yaşındaki bir genç kızla aynı seviyedeymiş.
KOCASI’DA ZEKİ
30 yıl boyunca, birçok işte çalışan Savant, şöhretini 1986’da Guinness Rekorlar Kitabı’na“Dünyanın en zeki insanı” olarak başvurmasıyla kazanmış. O zamandan beri yapılan birçok IQ testinde, aynı skoru koruyan kadının belli bir uzmanlık alanı yok. Boş zamanlarında,böceklerin evriminden, ekonometriye, sosyolojiden, kuantum fiziğine kadar birçok farklı alanda kendisini eğitiyor. “Bu kadar zeki olmak nasıl” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Zeka da güzellik gibi. Ne kadarına sahip olursanız, hayat da o kadar kolaylaşıyor.”
Peki, bu kadar zeki bir kadın kiminle evli derseniz, kocası da ondan geri kalmıyor. Savant, 1987’den beri, “yapay kalbin” mucidi Amerikalı ünlü kalp doktoru Robert Jarvik ile evli.
DÜNYANIN EN ZEKİ 2. İNSANI ONA RAKİP OLABİLİRMİ ?
Kim Ung-Yong 210 IQ’su ile tarihin en zeki 2. insanı. 8 Mart 1962’de Kore’de doğan Kim Ung-Yong isimli süper dahi, Dünyanın en zeki 2. insanı olarak Guinnes Rekorlar Kitabı’nda yer alıyor.
3 yaşında Hanyang Üniversitesine kabul edilen, 4 yaşında üniversiteye gitmekle kalmayıp aynı zamanda o yaşta Japonca, Korece, Almanca ve İngilizce dillerine de hakim olan Young, bu alanda da ayrı bir rekorun sahibi. (Daha sonraları Çince, İspanyolca, Vietnamca, Filipince, Almanca, İngilizce, Japonca ve Korece dillerinde de uzmanlaşmıştır.)
5 yaşına bastığında en zor integral ve diferansiyel denklemleri çözebilen dahinin IQ’sunun ise 210’un biraz üzerinde olduğu söyleniyor.
6 yaşına kadar fizik bölümünde misafir öğrenci olarak okuyan Yong, 7 yaşında Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından davet aldı.
1974 yılında Üniversitedeyken NASA’da araştırmalara başlayan Young, 15 yaşını doldurduğunda Colorado Üniversitesi’nde Fizik Doktorası’nı yaptı.
DÜNYANIN EN YÜKSEK IQ’LU İNSANLARI
Amerika’lı yazar Marilyn vos Savant / IQ derecesi : 228
Koreli fizikçi Kim Ung-yong / IQ derecesi : 210
İngiliz fizikçi Isaac Newton / IQ derecesi : 190
Fransız yazar ve filozof Voltaire / IQ derecesi : 190
Rus Dünya Satranç Şampiyonu Garry Kasparov / IQ derecesi : 190
İtalyan bilimadamı ve sanatçı Leonardo Da Vinci / IQ derecesi : 180
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu / IQ derecesi : 180
Alman müzisyen Johann Wolfgang von Goethe / IQ derecesi : 179
Alman teolog Martin Luther / IQ derecesi : 170
İtalyan astronom Galileo Galilei / IQ derecesi : 165
Alman müzisyen Ludwig van Beethoven / IQ derecesi : 165
Alman fizikçi Albert Einstein / IQ derecesi : 160
İngiliz fizikçi Stephen W. Hawking / IQ derecesi : 160
Amerikalı aktris Sharon Stone / IQ derecesi : 154
İngiliz doğa tarihçisi Charles Darwin / IQ derecesi : 153
Bilindiği gibi Bisiklet ya da popüler olmayan eski adıyla velespit ;motorsuz, iki tekerlekli, pedallı, insan gücü ile ilerleyen bir ulaşım aracıdır.
Bugün yeryüzünde 100 milyondan fazla bisiklet bulunmaktadır. Caddelerin her gün yeni yeni otomobillerle dolup taşmasına, son modellerin bütün rahatlık ve gösterisine rağmen insanların en çok tuttuğu taşıt yine de bisiklettir. Bisikletin özellikle şehir içinde sağladığı kolaylıkları düşünecek olursak bunların bir otomobilin sağladığı imkânlardan hiç de aşağı kalmadığını görürüz. Örneğin,bisiklet nispeten basit bir makinedir. Uzun ve pahalı bir bakım gerektirmez. Üstelik çok az yer tutar. Bir duvar kenarına ya da bir apartman holüne rahatça bırakılabilir. Trafiğin sıkışık olduğu bir caddede sıralanmış otomobilleri düşünün. Bisikletli biri bütün bu taşıtların arasından kolayca sıyrılarak kendine yol bulup ilerleyebilir. Aslında bisikleti karıncaya benzetmek hiç de yanlış olmaz. Kendinin 10 katı ağırlığındaki yükü taşır, karıncadan çok daha hızlı yol alır… Bisikletle saatte 15-20km’lik bir hız sağlamak isterseniz yürürken harcadığınız enerji kadar bir enerji sarf etmeniz yeterlidir. Yerin düz veya çukurlu oluşu bisiklet için hiçbir engel teşkil etmez. Bisiklet hiçbir taşıtın giremediği yerlere kolayca girip çıkabilir. Açık havada yapılan bir bisiklet gezintisi, bize tabiatın güzelliklerini içimize sindire sindire seyretme imkânı sağlar. Gittikçe telaşçı ve aceleci olan çağımızda bisiklet özgürlük ve iç huzurun bir timsalidir.
BİSİKLETİN İCADI VE TARİHİ
Tekerleğin pek eski çağlarda meydana getirilmiş olmasına rağmenbisikletin icadı çok yeni sayılır. Bisikletin icadı konusunda tarihçiler arasında tam bir fikir birliği yoktur ve ileri sürülen tarihler tartışmalıdır. Bisiklet, tek bir mucit tarafından icat edilmemiş, tarih içerisindeki pek çok farklı çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bisiklete benzer araçların ilk olarak 18’inci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıktığı görülmektedir.
1791
Bisiklet Fransa’da doğdu. İki tekerlekli bir oyuncak yapmayı düşünen Sivrac Kontu ilk olarak “bisiklet” fikrini de gerçekleştiriyordu.Pedalı olmayan bu acayip makinenin (Celerifere) üzerine oturan kimse taşıtı ayaklarıyla yeri teperek yürütmek zorundaydı. Ancak bildiğimiz anlamda bisikletin başlangıç tarihi 1817 yılı olarak kabul edilebilir.
1817
Sürücüsü tarafından itme gücü sağlanan iki tekerlekli ve kanıtları tartışmalı olmayan ilk taşıt, Alman Baron Karl von Drais de Sauerbrun tarafından icat edildi. İki tekerlekli taşıtın üzerine bir gidon ve bir sele oturtan Von Drais, aracınıLaufmaschine (koşu makinası) olarak adlandırdı, çünkü tahtadan yapılmış aracın sabit bir gidonu vardı, fakat hareketi sağlamak için pedalları yoktu. Binici, ayakları ile yerden güç alıyor, bir denge tahtası binicinin kollarını destekliyordu. Zamanla bu isim yerine draisienne ve velosipede isimleri daha popüler hâle geldi.
Drais, 1817 yılında aracı 14 km boyunca kullandı ve 1818 yılında Paris’te sergiledi. Von Drais aracının patentini aldı, ancak kısa sürede kopyaları Avusturya, Birleşik Krallık, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi pek çok ülkede türedi ve önceleri halkın büyük bir tedirginlikle karşıladığı bu araç sonraları moda oldu.
Pierre ve Ernest Michaux adında baba-oğul iki Fransız Draisienne’nin ön tekerlek göbeğine pedal taktılar. İşte bu olay, gerçek bisikletin doğuşuydu. Böylece aracı sürerken insan enerjisinden düzgün bir biçimde yararlanmak mümkün oluyordu.
Bundan sonra bisiklet merakı bütün Avrupa’da çok daha hızlı yayılmaya başladı.Michaux’larin Velo adini verdikleri taşıt Velocipede ismi altında İskoçya’ya girdi. Kirkpatrick Mac Millan adında birinin propagandası bu ülkede de Velosiped salgınına sebep oldu.
1864’te Michaux’lar Fransa’da bir Velo fabrikası kurdular. O yıl 142, ertesi yıl da 400 Velo yapan fabrikada 200 işçi çalışıyordu.
1865
İngiltere’de Velocipede yapımı işine ilk olarak Coventry Dikiş Makineleri Şirketi el attı. Demir telli tahta tekerleklerden meydana gelen bu basit taşıta “sarsak” adı takılmıştı. 1868 yılında, tel çubukla hafif metal tekerlekler ve dolgu lastiklerkullanılmaya başlandı.
1875
Bu tarihe kadar yapılan Velocipede (velospit)’lerde pedalın bir dönüşü tekerleği de ancak bir defa döndürebiliyordu. Bundan ötürü Velocipedein hızının ön tekerleğin büyüklüğüne bağlı olduğu sanıldı yani tekerlek ne kadar büyürse taşıt da o kadar hızlı gidecek diye düşünüldü. Böylece ön tekerleğin çapı 75 santimden 162 santimetreye kadar artarken arka tekerlek de 30 santimetreye kadar küçüldü. Artık Velocipede bütünüyle oransız bir biçim almıştı. Üstelik bu kadar yüksek bir bisikletin üzerine çıkıp oturmak ancak çok uzun boylu kimselerin başarabileceği bir işti (Kısa boylular üç tekerlekli velocipede’le yetinmek zorundaydılar).
Ayna dişlisinin ve rublenin icadı bu acayip duruma son verdi. Ayna dişlisi kadro üzerine takılan pedallara, daha küçük olan ruble de arka tekerlek göbeğine takıldı. Her iki dişli bir zincir aracılığıyla birbirine bağlandı. Öndeki büyük dişliyi pedalla bir defa döndürmek arkadaki küçük dişlinin birkaç defa dönüşünü sağlıyordu.
1888
19’uncu yüzyılın çukur ve hendekli yollarında tahta tekerlekli velocipedele dolaşmak bir zevk olmaktan çok bir eziyetti. İşte bu tarihlerde J.B.Dunlop adında bir İngiliz’in önemli bir buluşu velocipede’i sarsıntılı bir taşıt olmaktan çıkararak rahat ve kullanışlı bir duruma getirdi. Bununla birlikte velocipede’in karsılaştığı zorluklar bitmiş değildi. Arka tekerlekler, ayna dişlisinin yardımıyla dönerken pedallar da beraber dönüyor, yokuş aşağı inerken bile pedal çevirmek gerekiyordu.
1900 yılında arka göbek’e uygulanan bir düzen, rubleyi arka tekerlekle birlikte sürekli olarak dönüşten kurtardı. Böylece pedalların gerektiğinde kullanılması sağlanmış oldu. Bugünkü görünüş ve yapısını kazanan Velocipede (velospit)’e daha sonraki yıllardabisiklet adı verildi : (Lâtince, bi = çift, iki ; Yunanca, kukos = daire, tekerlek).
2015
Günümüzde çok gelişmiş olan bisikletler dağ bisikleti, yarış bisikleti, model model çocuk bisikleti, şehir ve yol bisikleti, fitness bisikleti, elektirikli bisiklet, hizmet bisikletleri olmak üzere bir çok alanda kullanılır.
Işık hızı bilindiği gibi ışığın ve tüm diğer elektromanyetik dalgaların boşluktaki hızı olup 299.792.458 m/saniye yani yaklaşık olarak 1.079.252.850 km/saat’tir.
Işık hızı neden geçileçemez ? Diyelim ki hızlandırıcıda hızı saatteışık hızının yüzde 99,5′ine çıkartılmış bir müon’u alıp “biraz daha iterek” hızını ışık hızının yüzde 99,9′una çıkartsak sonra bir daha “gerçekten hızla itip” ışık hızı sınırını aşmasını sağlasak ışık hızını geçmiş olmazmıyız ? diye düşünmüş olabilirsiniz. Ancak maalesef durum bu kadar basit değil. Einstein E=mc² formülü ile bunun nedenini bize gayet net olarak açıklıyor.
E=mc², fizikte kütle-enerji eşitliğinin temel formülüdür. Bu formül, hangi formda olursa olsun enerji ile kütle arasında ilişki kurar. Bu formülde boşluktaki (vakumlanmış ortam) ışık hızının karesi, kütle birimlerinden enerji birimlerine dönüşüm katsayısı için kullanılır. Yani E=mc² formülünü bir cümlede anlatmamız gerekirse; Kütlenin, dönüştürme katsayısı olan ışık hızının karesi ile çarpılarak dönüşüm sonrası çıkacak enerjinin hesaplanmasıdır.
Örnek vermek gerekirse, ışık hızının yüzde 99,9′u bir hızla hareket eden müon’lar (Atom altı parçacıkları) durmakta olan kuzenlerinden çok çok daha ağırdır. Aslında tam olarak 22 kat daha ağırdır. Dolayısıyla birmüon’un hızı artarken, hızını daha da arttırmak daha da zorlaşır. Işık hızının yüzde 99,999′u hızda bir müon’un kütlesi yüzde 224 artar; ışık hızının yüzde 99,99999999′u bir hızdayken ise ağırlığı 70,000 kat daha fazladır. Hızı ışık hızına yaklaştıkça müon’un kütlesi sınırsız olarak artacağından, ışık hızına ulaşması ya da bu sınırı aşması için sonsuz miktarda bir enerjiyle itilmesi gerekir. Bu da tabii ki imkansızdır, dolayısı ile hiçbir şey ışık hızından daha hızlı yol alamaz.